Anasayfa / Yapay Zeka / Yapay Zeka Nedir ?

Yapay Zeka Nedir ?

Yapay Zeka Nedir ?

Enformatik literatüründe yapay zekanın kesin bir tanımı yapılamamıştır ancak özetle, insanın düşünme yapısını anlamak ve bunun benzerini ortaya çıkaracak bilgisayar işlemlerini geliştirmeye çalışmak olarak tanımlanabilir. Yani programlanmış bir bilgisayarın düşünme girişimidir. Daha geniş bir tanıma göre ise, yapay zeka, bilgi edinme, algılama, görme, düşünme ve karar verme gibi insan zekasına özgü kapasitelerle donatılmış bilgisayarlardır. Yapay zeka felsefesi en geniş anlamıyla yapay zekanın gerçekten mümkün olup olmadığını soruşturan bir felsefe koludur. Bilgisayarlar düşünebilir mi? Sorusu yapay zeka felsefesinin en temel sorunudur. Bilgisayarların icadından buyana, bu soru bir çok felsefeci, bilim adamı veya yapay zeka araştırmacısı tarafından tartışılmıştır. Bu güne kadar bir problem olarak kalmasının nedeni bu sorunun cevabı hakkında ortak bir uzlaşma sağlanamamasındandır.

İlk yapay zeka çalışmaları , yapay sinir hücrelerini kullanan hesaplama modeli, önermeler mantığı, fizyoloji ve Turing’in hesaplama kuramına dayanıyordu. Her hangi bir hesaplanabilir fonksiyonun sinir hücrelerinden oluşan ağlarla hesaplanabileceğini ve mantıksal “ve” ve “veya” işlemlerinin gerçekleştirilebileceği bulundu .Daha sonra bu ağ yapılarının ‘uygun şekilde tanımlanmaları’ halinde öğrenme becerisi kazanabileceği ileri sürüldü. Özellikle satranç gibi kombinasyon hesaplamaları gerektiren strateji oyunlarına dair yazlımlar yapay zeka tartışmalarında önemli bir noktada durmaktadır.

Şu ana kadar bilgisayarların hesaplamalarına dair belli başlı sistematik kurallar koyma ilk çağ felsefesindeki “mantık” tanımlamasıyla bir bakıma örtüşür niteliktedir. Felsefenin temel dallarından biri olan mantık düşünme eylemine bir dizi kurallar koyar. Düşünmenin işleyiş yasalarını, doğru düşünmenin ne olduğunu araştırır. Bilgisayarlar konusunda bahsedilen mantık ise teknik mantık olarak geçer, ve özellikle de simgesel mantık elektronik bilgi işlemi kuramında bilgisayarlara uygulanmaktadır. İlk dizgeli çalışma olan Aristoteles’ in Organon’ u ise tasımsal uslamlamanın temellerini ortaya koyarak geleneksel mantığı oluşturmuştur. Aritotelesçi görüşe göre tasım(syllogism) kendisinde bazı şeylerin olduğu, bunlardan başka bir şeyin ‘zorunlu olarak’ ortaya çıktığı uslamlamadır. Ardından Leibniz’ in düşüncenin, uslamlamanın tıpkı hesap kuralları gibi birtakım kurallara bağlanabileceğini düşünerek bir simgeler dizgesi kurmak gerektiğini öne sürdüğü kuramı ile karşılaşırız. Leibniz’ den sonra matematik örnek alınarak yeni bir mantık kurulmaya başlanır.

Bilgisayar üzerinden geliştirilen mantık ise yukarıda bahsedilen mantık dizgesine paralel bir süreci takip etmiştir. Özellikle Aristoteles’in uslamlamaları ve ardından matematik veya simgesel mantık buna bir örnek olabilir. Bir bilgisayar, yaptığı işlem ne olursa olsun, bunu var olan bir durumdan ortaya çıkan zorunlu bir yeni durum yaratarak yapar. Tanımlanmasındaki problemler nedeniyle daraltılmış anlamıyla günümüzde uzman sistemler adında sistemler birer yapay zeka uygulaması olarak gösterilmektedirler. Bu sistemler belirli bir uzmanlık alanındaki bilgiyle donatılmış programlar kullanırlar. Uzman sistemler adı verilen metodoloji, bir otomobilin tamiri için önerilerde bulunan ancak otomobilin ne işe yaradığından haberi olmadan simgesel mantık hesaplamalarını öngörür.

Yapay zeka kavramına geçmeden önce bir bilgisayarın genel olarak nasıl işlem yaptığının bilinmesi gerekmektedir. Yapay sinir ağı temelli bilgisayarlar bütün işlemlerini ikili (binary) kodlamalar üzerinden gerçekleştirilir. Diğer bir deyişle bir bilgisayar tüm işlemlerini “1” ler ve “0” lar şeklinde kodlayarak yapar. Yani bir bilgisayarın düşünmesi demek sonsuz dizgedeki “1” ler ve “0” larla oynaması demektir. Bu ikili dizge bahsedilince düşünen bir bilgisayarın epistemolojisi de sorgulanmalıdır. Buraya kadar bilgisayarın işlemsel özelliklerini ‘formel’ ve ‘deterministik’ olarak tanımlayabiliriz.

Bir anlamda bilgisayarların episteme sini oluşturan bu ikili kod onların yapay bir zekaya sahip olamayacaklarının en önemli kanıtı gibi durmaktadır. Bu yaklaşıma göre yapay bir zeka tözsel anlamda ikili bir basitlikten oluşmak yerine insan beyni gibi sinirsel bir karmaşıklığa ulaşmadıkça ( sibernetik buradan ortaya çıkar) gerçekleşemeyecek bir ütopya olarak kalacaktır.

Ancak bu tarz bir karmaşık sistemden bahsetmek bizim temel bilgisayar ve programlama mantığını terk edip daha çok bir ‘clone story’ e yaklaşma gereksinimi doğurur. Organik beynin yapay olarak yeniden üretilmesi kilit noktayı zekadan alıp yapaya yapayın başarılması problemine taşır; ve eğer buradan sonra simgesel bir mantık devam ettirilirse beynin yapay olarak gerçekleşmesi demek zekanın da (yapay olarak) bu beynin tözünde gerçekleşmesi demektir- ki bu durum bu güne kadar getirilmiş bütün yapay zeka tartışmalarının çöpe atılması demektir.

Yapay zeka araştırmacıları iki guruba ayrılmış olarak değerlendirilir. Bir gurup insan gibi düşünen sistemler yapmak için çalışırken, diğer gurup ise rasyonel karar verebilen sistemler üretmeyi amaçlamaktadır.

Aşağıda bu yaklaşımları kısaca inceleyeceğiz.

  • · İnsan gibi düşünen sistemler

İnsan gibi düşünen bir program üretmek için insanların nasıl düşündüğünü saptamak gerekir. Bu da psikolojik deneylerle yapılabilir. Yeterli sayıda deney yapıldıktan sonra elde edilen bilgilerle bir kuram oluşturulabilir. Daha sonra bu kurama dayanarak bilgisayar programı üretilebilir. Eğer programın giriş/çıkış ve zamanlama davranışı insanlarınkine eşse programın düzeneklerinden bazılarının insan beyninde de mevcut olabileceği söylenebilir.

İnsan gibi düşünen sistemler üretmek bilişsel bilimin araştırma alanına girmektedir. Bu çalışmalarda asıl amaç genellikle insanın düşünme süreçlerini çözümlemede bilgisayar modellerini bir araç olarak kullanmaktır.

  • · İnsan gibi davranan sistemler

Yapay zeka araştırmacılarının baştan beri ulaşmak istediği ideal, insan gibi davranan sistemler üretmektir. Turing zeki davranışı, bir sorgulayıcıyı kandıracak kadar bütün bilişsel görevlerde insan düzeyinde başarım göstermek olarak tanımlamıştır. Bunu ölçmek için de Turing testi olarak bilinen bir test önermiştir. Turing testinde denek, sorgulayıcıyla bir terminal aracılığıyla haberleşir. Eğer sorgulayıcı, deneğin insan mı yoksa bir bilgisayar mı olduğunu anlayamazsa denek Turing testini geçmiş sayılır.

Turing, testini tanımlarken zeka için bir insanın fiziksel benzetiminin gereksiz olduğunu düşündüğü için sorgulayıcıyla bilgisayar arasında doğrudan fiziksel temastan söz etmekten kaçınmıştır. Burada vurgulanması gereken nokta, bilgisayarda zeki davranışı üreten sürecin insan beynindeki süreçlerin modellenmesiyle elde edilebileceği gibi tamamen başka prensiplerden de hareket edilerek üretilmesinin olası olmasıdır.

Burada bahsedilen her iki sistem içinde önemli bir soru sormak gerekir: neden insan gibi? Neden Turing testinde kendisini insan olarak yutturmayı başaran bilgisayar zeki sayılıyor? Makinelerin sahip olacağı bir zeka insanın zekasından bambaşka bir düzlemde “insan gibi” değil de “makine gibi” ele alınıp tartışılamaz mı? Muhtemelen hayır çünkü insan makine gibi bir zekayı kavrama yetisinden yoksun olacaktır, aynı durum makine için de geçerli olacaktır. Bu nedenle daha önce değindiğimiz sibernetik problemine tekrar döneriz. İnsan gibiden kastedilen şey insanın belli başlı(veya gereken) özelliklerinin bir prototipini oluşturmaktır. Benzer şey Kant’ ın zeka tanımlaması irdelendiğinde de ortaya çıkar.Kant’ a göre zeka bir duyu yetisi değil, yalnızca verili duyuları bir deneyde ilişkilendirme yetisidir. Kant ’ın bu yorumuna göre zeka kategoriler aracılığıyla duyumları dizgeleştiren ve düzenleyen yetidir. Kant’ tan hareketle kavrama genelleştirme, eleştirme, sorgulama gibi bilmeye yönelik bütün zihinsel işlemleri yapay zekaya entegre edersek; ilk koşul olarak şunu söylememiz gerekir: bir bilgisayar zekaya sahip olmak için önce bir duyuya sahip olmalıdır.

 Yapay zekaya muhalif yaklaşım:Çin odası deneyi

California üniversitesinden John SEARLE bilgisayarların düşünemediğini göstermek için bir düşünce deneyi tasarlamıştır. Bir odada kilitli olduğunuzu düşünün ve odada da üzerlerinde Çince tabelalar bulunan sepetler olsun. Fakat siz Çince bilmiyorsunuz. Ama elinizde Çince tabelaları İngilizce olarak açıklayan bir kural kitabı bulunsun. Kurallar Çince’yi tamamen biçimsel olarak, yani söz dizimlerine uygun olarak açıklamaktadır. Daha sonra odaya başka Çince simgelerin getirildiğini ve size Çince simgeleri odanın dışına götürmek için, başka kurallarda verildiğini varsayın. Odaya getirilen ve sizin tarafınızdan bilinmeyen simgelerin oda dışındakilerce ‘soru‘ diye, sizin oda dışına götürmeniz istenen simgelerin ise ‘soruların yanıtları‘ diye adlandırıldığını düşünün. Siz kilitli odanın içinde kendi simgelerinizi karıştırıyorsunuz ve gelen Çince simgelere yanıt olarak en uygun Çince simgeleri dışarı veriyorsunuz. Dışta bulunan bir gözlemcinin bakış açısından sanki Çince anlayan bir insan gibisiniz. Çince anlamanız için en uygun bir program bile Çince anlamanızı sağlamıyorsa, o zaman herhangi bir sayısal bilgisayarın da Çince anlaması olanaklı değildir. Bilgisayarda da sizde olduğu gibi, açıklanmamış Çince simgeleri işleten bir biçimsel program vardır ve bir dili anlamak demek, bir takım biçimsel simgeleri bilmek demek değil, akıl durumlarına sahip olmak demektir.

İnsan gibi düşünen sistemler ve Turing testi matematiksel mantığın bir bilgisayar için yapay zekaya sahip olmasında olumsuz bir etkiye neden olacağı kaygısıyla geliştirilmiştir. Ancak bu noktada formel matematiksel mantık içerisinde oldukça önemli olan Gödel teoremine (Kurt Gödel) değinmek gerekir bu teoreme göre; öyle kaçınılmaz aritmetik önermeler vardır ki bunlar kesinlikle doğru olmalarına rağmen kanıtlanamazlar. Gödel’e göre kendi teoremi iki anlama gelebilir: birincisi insan zihni bir algoritmaya göre tasarlanmış bütün işlemcilerden daha üstün bir yapı olduğunu söylerken; ikincisi birinci önerme doğru değilse matematik bilgisi insan zihninin ürettiği bir şey olamaz.Rasyonel düşünen sistemler adı verilen temelinde mantığın yer aldığı, çözülmesi istenen sorunu mantıksal bir gösterimle betimledikten sonra çıkarım kurallarını kullanarak çözümünü bulma amacıyla tasarlanmış sistemler de Gödel’ in bu teoremini dikkate almak zorundadırlar. Kaldı ki bu yaklaşımı kullanarak gerçek sorunları çözmeye çalışınca iki önemli engel karşımıza çıkmaktadır. Mantık, formel bir dil kullanır. Gündelik yaşamdan kaynaklanan, çoğu kez de belirsizlik içeren bilgileri mantığın işleyebileceği bu dille göstermek hiç de kolay değildir. Bir başka güçlük de en ufak sorunların dışındaki sorunları çözerken kullanılması gerekecek bilgisayar kaynaklarının üstel olarak artmasıdır.

Determinist bakış açılarına alternatif olarak düşünülebilecek bir başka matematiksel teori ise kaos teorisidir. Kaos teorisinin beynin üst düzey fonksiyonlarının modellenmesinde önemli bir rol oynayacağı düşünülmektedir. İnsan beyni gibi bir fonksiyon üstlenmesine çalışılan bir sistemin tasarlanmasındaki çabalar için, kuşkusuz kaos teorisi çok önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü tasarılar ortaya konulacak modelleri temel almaktadır. Kaos görüşünün getirdiği en önemli değişikliklerden biri ise, kestirilemez determinizmdir. Sistemin yapısını ne kadar iyi modellersek modelleyelim, bir hata bile (Heisenberg belirsizlik kuralına göre çok ufak da olsa, mutlaka bir hata olacaktır), yapacağımız kestirmede tamamen yanlış sonuçlara yol açacaktır. Buna başlangıç koşullarına duyarlılık adı verilir ve bu özellikten dolayı sistem tamamen nedensel olarak çalıştığı halde uzun vadeli doğru bir kestirim mümkün olmaz. Bugünkü değerleri ne kadar iyi ölçersek ölçelim, 30 gün sonra saat 12’de hava sıcaklığının ne olacağını kestiremeyiz. Kaos teorisinin beyin ile ilişkisi ise şöyle özetlenebilir: Beynin fizik yapısı ve görünüşü fraktaldır. Bu yapı, beynin gerek evrimsel, gerekse canlının yaşamı sürecindeki gelişimin ürünüdür ki, bu gelişimin deterministik (genlerle belirli), ancak çevre ve başlangıç koşullarına son derece duyarlı, yani kaotik olduğu açıktır. Beynin yalnızca oluşumu değil, çalışma biçimi de kaotiktir. Beyni oluşturan inanılmaz boyuttaki nöron ağının içinde bilgi akışı kaotik bir şekilde gerçekleşir. Kaotik davranışın tarama özelliği ve bunun getirdiği uyarlanırlık (adaptivite) sayesinde, beyin çok farklı durumlara uyum sağlar, çok farklı problemlere çözüm getirebilir, çok farklı fonksiyonları gerçekleştirir.

Kubrick’te Yapay Zeka

Yapay zeka Kubrick’ in 2001: A Space Odyssey filminde oldukça sofistike bir dille farklı bir açıdan sorunsallaştırılmıştır. Sinema literatürün de bilim kurgunu8n en büyük yapıtlarından biri olarak gösterilen film yalnızca epistemolojik değil varoluşsal birçok sorunla ortaya çıkar. Kubrick filminde izleyicisine çoğu zaman cevabını göstermekten çekindiği birçok soru sorar.

Film günümüzden birkaç milyon yıl öncesi ile başlar. Bu karanlık dönemde henüz insan yoktur, insanların atası olarak kabul edilen maymun benzeri primatlar vahşi bir yaşam sürmektedirler. Bu primatlar uyandıkları bir gün dikdörtgen prizma şeklinde siyah anıtsal bir yapı ile karşılaşırlar. Kubrick bize bu anıtın ne olduğuna dair hiçbir bilgi vermez. Yalnızca vardır ve orada durmaktadır. Bu nedenle oldukça ürkütücüdür. (Ne olduğunu bilemediğimiz bu şekil yüzünden bizde maymunlar gibi ürkeriz.) Filmin bir sonraki sahnesinde kemik parçaları ile oynayan maymun onun öldürücü özelliğini keşfeder ve onu bir silah olarak kullanır.Başka bir deyişle primattan insana doğru ilk adım bir şiddet gösterisi ile başlamaktadır. Kubrick burada ilk yapılan aletle anıtsal cisim arasında paradoksal bir bağ kurmaktadır. Acaba zekanın ilk parıltısı ile prizmanın varlığı arasında bir neden – sonuç ilişkisi mi vardır, yoksa bir primat beyninde zaten var olan bir dinamizm bu cisim sayesinde harekete mi geçmiştir? Bir bakıma bu ikisi aynı şeydir. Sonuçta ne olursa olsun Kubrick’ te doğal zeka bir arkhe ye ihtiyaç duymaktadır.

Film uzak geçmişten uzak geleceğe yönelir. İnsanoğlu uzay çağının doruk noktalarında gezinmektedir. Başlangıçta gösterilen anıtsal cisim Jüpiter gezegeninde de vardır ve insan tarafından keşfedilmiştir. Bir araştırma ekibi gezegene yollanır. Geminin içerisinde mürettebat dışında bütün gemi yönetimini kontrol eden HAL adında dünyanın en gelişmiş bilgisayarı vardır. Bu bilgisayar kusursuz olarak tanıtılmıştır. İnsanlarla konuşarak iletişime geçebilen HAL hiç hata yapmayan bir bilgisayardır. Kubrick HAL için ‘artificial intelligence’ yerine ‘machine intelligence’ ifadesini kullanmaktadır. O’ nun için HAL formel sayılacak bütün işlemleri kesin bir kusursuzlukla yerine getiren bir makinedir. Sorun burada HAL bilgisayarlarının duygulara sahip olduğunun bilinememesidir. Çünkü HAL ilk görünümde duygusal bazı özelliklere sahip gibi görünmektedir ancak bu da insanlarla iletişimi kolaylaştırmak için tasarlanmış bir programın sonucudur. İnsanların emirlerini sadakatle yerine getiren HAL karşımıza hata yaptığı anda başrol oyuncusu olarak çıkar. Gemide bir parçanın tam olarak 72 saat içerisinde bozulacağını rapor eder, bu parça mürettebat tarafından incelenir ancak bir türlü arıza bulunamaz. Durum Dünya’ ya rapor edilir. HAL bilgisayarının Dünyadaki ikizi arıza raporunun hatalı olduğunu belirtir.(HAL in kontrolü için ikiz bilgisayara başvurulması ayrıca ilgi çekici bir durumdur.) Ancak HAL ikizi ile arasındaki ihtilafın insan hatasından kaynaklandığını belirtir. Kendisinin asla hata yapmayacağı konusunda ısrarlıdır. Hatanın küçük bir boyutta olmasına rağmen mürettebat endişeye kapılır ve HAL ‘i kapatmaya daha doğrusu ileri beyin faaliyetlerini durdurmaya karar verir. Daha önce hiç böyle bir şey yapılmamıştır. Bunu öğrenen HAL in tepkisi ise son derece dramatik olur. Kendi ölümü yerine mürettebatı yok etmeye karar verir. HAL ilk defa kendi iradesini kullanmıştır ve bu irade tıpkı filmin başında gösterilen aleti keşfeden primatların iradesi gibi ölümcüldür.

HAL in sahip olduğu zeka bir takım analitik mantıksal dizgelerle açıklanamayacak bir biçimde ortaya çıkmıştır. Sistemin hata yaptığı bir zamanda karar verme yetisi doğmuştur. Bu açıklanamayacak bir paradoksal formüle benzemektedir. HAL in hata yapmayacağı kesindir ancak ortada bir hata vardır, aynı mantığı devam ettirirsek olmaması gerekir ama ortada bir siyah prizma vardır.

Kubrick filminde düşünebileceğimiz her türlü arkhe yi açık uçlu bırakır ve ölümümüzle birleştirir. Piramitsel anıt dünya dışı “zeki” varlıkların kanıtı olarak yorumlanmıştır. Ama bunun ötesinde bir anlama sahip değildir. Neden orada olduğu ve ne olduğu anlaşılamayacaktır. 2001: A Space Odyssey bu bakımdan bir ‘error’ vurgusudur; olaylar hatanın ortaya çıktığı anda patlak vermektedir. Filmde hep açıklanamayan bir şeyler vardır, bu bakımdan Kubrick Gödel’in teoremine benzer bir yaklaşım sergiler. 2001: A Space Odyssey filmi bütün bu nedenlerden dolayı teknofobik bir tür olarak okunabilir.

Bunlarla birlikte Baudrillard bilgisayarlara bizden zeki olma fırsatını versek bile özerk bir iradeye sahip olma hakkını tanımayacağımızı iddia etmektedir. O ’na göre bize rakip bir iradeyi aklımıza bile getiremeyiz. Buraya kadar Kubrick ve Baudrillard arasında bir karşıtlık yoktur. Ancak Kubrick te aklımıza bile getiremeyeceğimiz rakip irade bizim irademiz dışında ortaya çıkmıştır.

Sonuç

Formel mantıklar, teknolojik determinizm ve hatta network toplumu terminolojilerinin üst noktalarından bir tanesinde yapay zeka durmaktadır. Kolay kolay sonlanacak yapay zeka tartışmalarında en çok kaçınılması gereken nokta sorunun yalnızca teknik bir meseleye indirgenmesi olacaktır. Yapay zeka üzerinden cevap arayacağımız birçok soru insan bilimlerinde birçok alanı kapsamaktadır.

Eğer ütopik bir yapay zekanın olabileceğini kabul edersek ve bu yeni jenerasyon bilgisayarların atalarından “1” ler ve “0” ları miras alacağını kabul etmek zorunda kalırsak ne olacak? İkili kodlamayı kullanan zeki alet bu kodu kullandığının ve bütün düşünce sistemlerinin bu kodlamalardan oluştuğunun farkında olacak. Kendi 1 ve 0 larını hala bulamamış olan insanın imrenmesi ve belki de biraz korkması gereken bir lüks. Her seferinde yapay zekadan ne kastedildiğine ne kastedilmesi gerektiğine tekrar ve tekrar dönüp bakılması gerekiyor.

Yakın bir gelecekte yapay zeka gerçekleşirse bu iki muhtemel yolla olacaktır.Ya Baudrillard’ ın dediği gibi özerk bir iradeye sahip olasına izin verilmeyen gelişkin bir program sayesinde, ya da Kubrick’in anlattığı gibi bir anomali sonucu olarak. Yaşamlarımızın içerisine bu denli etkili bir biçimde girmiş bir makinaya ait korkumuzun nedeni budur. Bu Yapay zeka ile, teknolojinin vücudumuzun uzantısı oldu yönündeki Mc Luhan formülünün tersine dönerek artık bizim onun bir uzantısı olacağımız yönündeki korkuya eşdeğerdir.

Hakkında ibrahim

İlgili Makaleler

Akıllı Teknolojiler Nasrettin Hocadan Bulanık Mantık dersi

Bence sen de haklısın! Her yanımızı saran ‘akıllı’ teknolojilerin aslında Nasreddin Hoca’nın ‘sen de haklısın’ …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir